GuidePedia

0

Peygamberimizin kölelikten efendiliğe yücelttiği, insanların en şereflileri ara­sına kattığı ve Ehl-i Beyt’inden saydığı bahtiyar zatlardan birisi de Hz. Sev­bân’dır (Radıyallahû Anh).

Hz. Sevbân aslen Yemenliydi. Esir olarak satılıyordu. Peygamberimiz esaret parasını vererek onu hürriyetine kavuşturdu, sonra da serbest bıraktı. Fakat Hz. Sevbân, engin şefkat deryası olan Resûl-i Ekrem’e (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem)  bir anda ısınmıştı. Ondan ayrılmak istemedi. Bunu fark eden Peygamberimiz, kendisine şu teklifte bulundu:

“İstersen ailenin yanına dön, onlarla yaşa; istersen bizimle, Ehl-i Beyt’imizin arasında bulun.”

Bu, Hz. Sevbân’ın dört gözle beklediği bir teklifti. Hiç düşünmeden, Kâinatın Efendisi’yle beraber kalmayı kabul etti.[1] 

Hz. Sevbân böylece Peygamber ailesinin hizmetinde bulunma şerefine erdi. Aynı zamanda Peygamberimizin hususi hizmetkârlık vazifesini de yürüttü. Akıllı, dirayetli ve zeki bir insandı. Peygamberimizin her emrine koşar, her işini görür ve en mükemmel şekilde isteklerini yerine getirirdi.

Hz. Sevbân, Peygamberimizle olan bir hatırasını şöyle anlatır:

Re­sû­lul­lah (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) sefere çıkacağı zaman en son olarak kızı Hz. Fâtıma’ya (r.anha) uğrardı. Dönüşünde de ilk önce Hz. Fâtıma’nın evine giderdi. Bir seferden dönmüştü… 

Hz. Fâtıma kapının üzerine bir örtü asmıştı. Hasan’la Hüseyin’in de (Rıdvanallahû Tealâ Aleyhim Ecmâîn ve İlâ Rûhî) kollarında gümüşten iki bilezik vardı. 

Peygamberimiz bunları gördü, Hz. Fâtıma’nın (Radıyallahû Anhâ) yanına uğramadan geçti. Hz. Fâtıma (Radıyallahû Anhâ), Re­sû­lul­lah’ın (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) eve girmeyişinin, kapıya astığı perdeden ileri geldiğini anlamıştı. Derhâl perdeyi çekti. Çocukla­rın kollarındaki bilezikleri çıkardı, ellerine vererek nur dedelerine gönderdi. Hz. Hasan’la Hz. Hüseyin (Rıdvanallahû Tealâ Aleyhim Ecmâîn ve İlâ Rûhî) ağlayarak Resûlullah’ın (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) yanına gittiler. Re­sû­lul­lah (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem), bilezikle­ri çocuklardan aldı, bana da şöyle buyurdu:

“Ey Sevbân, bunları falan aileye götür, Fâtıma için aşık kemiğinden yapılmış bir ger­danlık ve fil dişinden yapılmış iki bilezik satın al. Çünkü bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir, dünyada iken cennet nimetlerini yemelerini hoş görmem!”[2] 

Hz. Sevbân (Radıyallahû Anh), Peygamberimiz'e (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) çok hürmet eder, ona karşı yapılan en ufak ka­balığa tahammül edemez, âniden tepki gösterirdi. Bazen bu şiddetli bağlılığı dolayısıyla sıkıntılara katlandığı da olurdu.

Bir defasında bir Yahudi gelerek Resûl-i Ekrem’le (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) konuşmak istedi, “Esse­lâ­mü aleyke yâ Muhammed!” diye hitap etti. Hz. Sevbân, Yahudi’nin Pey­gamberimize adıyla seslendiğini duyunca, bunu bir hürmetsizlik bilerek hemen müdahale etti. “Neden ‘Yâ Re­sû­lal­lah’ demedin?!” diye çıkıştı. Daha da ilerleterek Yahudi’yle kavgaya tu­tuştu. Bir-iki yerinden de yaralandı. “Re­sû­lul­lah’a (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) sadece ismiyle hitap etmeyi bir hata telakki ederim.” dedi. Sevbân’ı yatıştıran Peygam­berimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem), “Benim aile içindeki ismim Muhammed’dir.” buyurdu. [3] 

Hz. Sevbân (Radıyallahû Anh), Re­sû­lul­lah’tan (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) ayrı kalmaya hiçbir zaman dayanamayan bir Pey­gamber âşığıydı. Çeşitli hizmetler dolayısıyla bazen Re­sû­lul­lah’tan ayrı kaldığı olurdu. Bir gün perişan bir hâlde Resûl-i Ekrem’in (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) huzuruna geldi. Rengi uçmuş, vücudu zayıflamış, simasında hüzün ve keder belirtileri noktalanmıştı.

Onu bu vaziyette gören Peygamberimiz, hâlini sordu: “Neyin var, hasta mısın, ey Sevbân?”

Hz. Sevbân (Radıyallahû Anh) derdini şöyle anlattı:

“Ne hastalığım ne de ağrım var. Hiçbir şe­yim yoktur, yâ Re­sû­lal­lah! Biz huzuruna gelip gittikçe cemaline bakıyor, yanın­da oturuyor, sohbetinde bulunuyoruz. Ancak sizi görmediğim zamanlar mu­habbetim artıyor, sana kavuşuncaya kadar kederden bunalıyorum! Sonra ahireti hatırlıyorum ve orada sizi görememekten korkuyorum! Çünkü siz cennette di­ğer peygamberlerle beraber yüksek makamlarda bulunacaksınız. Ben ise cen­nete girsem bile senin derecenden aşağı makamlarda bulunacağımdan dolayı, sizi orada görememekten endişe ediyorum…”[4] 

Hz. Sevbân’ı dinleyen Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) ona cevap vermeye hazırlanırken he­men Cebrâil (a.s.) geldi ve şu âyeti okudu:

“Kim Allah’a ve Peygamberler'e (Salâvatûllahi Aleyhim Ecmâîn ve İlâ Rûhî) itaat ederse, işte onlar Allah’ın nimetine eriş­tirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlarla, şehitler ve salih kimselerle bera­berdir. Onlar ne iyi arkadaştırlar!”[5] 

Vahyin tamamlanmasından sonra Hz. Sevbân’ın sevincine diyecek yoktu. Sevincinden âdeta çocuk gibi olmuştu. Re­sû­lul­lah’a (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) olan muhabbetinin ücretini daha dünyadayken aldığı gibi, onun mübarek simasını cennette görebilme müj­desini de alıyordu.

Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem), hazır bulunanlara bir seferinde şöyle buyurmuştu:

“Kim bana bir meselede tekeffül ederse ben de ona cenneti tekeffül ederim.”

Bunun üzerine Hz. Sevbân acele davranarak, “Ben!” dedi. Peygamberimiz de, “Kimseden bir şey isteme ve sual sorma!” buyurdu.

Bundan sonra Hz. Sevbân kimseden bir şey istemedi. Hattâ binekteyken kam­çısı yere düşecek olsa, onu kimseden istemez, iner, kendisi alırdı. [6] 

Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) hayatta olduğu müddetçe Hz. Sevbân hizmetinden ayrıl­madı. Bütün ömrünü Re­sû­lul­lah’ın (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) uğrunda feda etti. Bunun mükâfatını da dün­yadayken alma bahtiyarlığına kavuştu. Yukarıda zikredilen hadisle cennete hak kazandığı gibi, aynı zamanda Ehl-i Beyt’ten de sayıldı.

Hz. Sevbân’ın da bulunduğu bir sırada Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem), ailesi için dua ediyor­du. Hz. Sevbân, “Yâ Re­sû­lal­lah, ben de Ehl-i Beyt’tenim.” dedi. Bu sözü üç defa tekrarlayınca Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) kendisini kabul ederek, “Evet, sen de bizdensin; fakat kimsenin kapısına dikilmemek ve kimseden bir şey istememek şartıyla!” buyurdu. [7]

Çünkü başkasından sadaka kabul etmek ve minnet altına girmek Ehl-i Beyt’e yakışmayan bir sıfattı.

Hz. Sevbân, Peygamber ailesinden sayıldığını duyunca dünyalar kendisinin oldu. Bütün hayatı boyunca da Peygamberimizin bu tavsiyesine riayet etti.

Hz. Sevbân, Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) ile birlikte olduğu müddetçe ondan duyduğu ha­disleri hemen ezberler, muhafaza ederdi. Bu sayede sahabilerin hadis âlimleri arasına girmişti. Sahih hadis kitaplarında 127 rivayeti bulunmaktadır.[8] Ayrıca hadis sahasında pek çok talebe yetiştirmişti. Aynı zamanda İslam hukukunda da derin bilgiye sahipti. Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) irtihâl edince Hz. Sevbân Medine’de ancak üç gün kalabildi. Nereye baksa Peygamberimiz'i (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) hatırlıyor, ayrılığa dayanamıyordu. O da Hz. Bilâl-i Habeşî (Radıyallahû Anh) gibi Medine’den ayrıldı. Şam bölgesine gitti, Remle’ye yerleşti. Daha sonra Mısır’ın fethine katıldı. Son senelerini Humus’ta geçirdi. Hicret’in 54. senesinde de vefat etti. Allah ondan razı olsun! Amin ecmâin.

Hz. Sevbân’ın rivayet ettiği hadislerden birisi şu mealdedir.

“Bir zaman gelecek, obur kimselerin çanağa eğilip toplandıkları gibi, millet­ler de her cihetten sizin aleyhinizde toplanıp birleşecekler.”

Bizler, “Yâ Re­sû­lal­lah, biz o gün sayıca az mıyız?” dedik.

Peygamberimiz, “Belki siz o gün çok olacaksınız, fakat siz sel suyunun taşı­dığı çer çöp gibi dağınık olacaksınız. Düşmanlarınızın kalbinden korku çıka­cak, sizin kalbinize ise vehn girecek.”

Biz, “Vehn nedir?” diye sorduk.

Re­sû­lul­lah, “Vehn, dünya hayatını sevmek, ölümü hoş görmemektir.” buyur­du.[9] 

Cenab-ı Allah, Sevbân Hazretleri'nden ve diğer tüm Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz'den razı olsun. Bizleri de şehitlik mertebesiyle müjdelesin. Bu mübarek Sahabe Efendilerimiz'in şefaatlerine nail eylesin bizleri... Amin.

____________________________________

[1]Üsdü’l-Gàbe, 1: 249.
[2]Müsned, 5: 275; Ebû Dâvud, Tereccül: 21.
[3]Muhtasar Tefsir-i İbni Kesir, 1: 411; Esbâb-ı Nüzul, s. 158-159.
[4]Nisâ Sûresi, 69.
[5]Asr-ı Saadet, 3: 387; Müstedrek, 5: 481.
[6]Müsned, 5: 277.
[7]İsâbe, 1: 204.
[8]Tecrid Tercemesi, 4: 64.
[9]Müsned, 5: 278; Ebû Dâvud, Melâhim: 5.

Yazar: Sahabeler Ansiklopedisi

Yorum Gönder

 
Top